2008 Temmuzunda, Mustafa Balbay Ümraniye soruşturması kapsamında ilk kez gözaltına alındığında (Mart 2009’da ikinci gözaltı ve tutuklanışında da attılar aynı zafer naralarını) AKP’ye yakın veya yakınlaşma çabasında ne kadar yayın organı varsa “beklenen” hatta  “geç kalmış gelişme” olarak yorumlamıştı; bir gazetecinin tuttuğu notlardan dolayı “darbeci” diye yaftalanarak bir sabah ansızın yaka paça götürülmesini!
Dün baktım; polislerin arasında yürürken, eli kelepçeli halde kocaman kocaman fotoğraflarını basıp koro halinde “oh olsun” şarkısını söyleyenler; o gözü dönmüşler, doymak bilmez zulüm obezleri,  “tut, tut, tut”çular, medya savcıları, komiserleri, yargısız infazcılar  “pamuk şekeri” kesilmişler.
Yersen!..
 

***
 

Kendi adıma;
Hani bilsem ki pişmanlar, mahcuplar, vicdan azabından kıvrım kıvrım kıvranıyorlar; tövbe ettiler bir daha girmeyecekler bu intikam, rövanş vs. işlerine hadi neyse, tiksine tiksine de olsa yemeyi deneyeyim ama, sırf kafalarının üstünde Demokles’in kılıcı gibi kasetler, fişlemeler, teslimat gününü bekleyen iddianameler ve hatta çoktan kesilmiş hükümler sallanmaya başladı diye günü -ve daha fazlasını- kurtarmak için giriştikleri bu ucuz numaraları -pamuk şekeri kılığında da olsa- yemem!
 

***
 

Balbay’ın tahliyesini, ona ait olan “Kin güdecek zaman değil” sözüyle duyuran Yeni Şafak, gözaltına alındığı  “dalga” nın ardından hani şu “Yeni Ankara’nın mimarlarına selam olsun”  diye tebrik, takdir, teşekkür, minnet yazıları döşenen gazete değil mi nihayetinde?
O gün niye gerçeği “Balbay’ın ağzından”  duyurmak yerine, özel yetkili savcıların “iddia”larını 
“mutlak doğru” ymuş gibi sunarak  “bilgi kirliliği”  yaratmayı tercih etmişti?
 

***
 

“Veballerin efendisi” Taraf da Yeni Şafak gibi Balbay’ın “Kin güdülecek zaman değil” ifadesine sığınmakta bulmuş çareyi. Bir nevi örtülü “helalleşme” davetiyesi.
Hadi engin bir hoşgörüyle, tek başına kaldığı hücrede bile törpülenmeyen aksine bilenen iyi niyetlerle, naiflikle bezeli kişiliği müsait; taze milletvekili Balbay siyaseten  “helal olsun” dedi...
İyi de “baba Balbay” beşikteyken bıraktığı evladının göremediği emeklemesini, duyamadığı ilk sözlerini, elinden tutup eşlik edemediği ilk adımlarını helal edebilir mi?
En hassas çağlarında omuzlarında boyundan büyük yükle okul hayatı zindan olan kızının kim bilir kaç gün, kaç gece içini çeke çeke akıttığı gözyaşlarını helal edebilir mi?
 “Eş Balbay” karısının ayakta kalma mücadelesini, hasretini helal edebilir mi?
 

***
 

Hele Radikal;
Olmazların kalmadığı bir günde bile becerdi,  “yok artık” dedirtti!
Balbay gözaltına alındıktan sonra “Nihayet büyük balıklar” diye manşet atan sanki o gazete değildi! Utanç kırmızısına gömülmeleri gereken yerde; Balbay’ın “taze bir başlangıç” dileğine dahil etmişler kendilerini!
Bir milletin “taze başlangıç” yapmasına izin vermeyenler; her gün yeniden, yeniden Kürt diye, Ermeni diye, Alevi diye, Dersim diye, Süryani diye, Rum diye, o diye bu diye açılmadık eski defter, çarpıtılmadık tarih sayfası bırakmayanlar kendi ayıpları örtülecek ya “taze başlangıç” çağrısı yapıyorlar!
 

***
 

Çok iyi hatırlıyorum, devasa bir  “Darbe temizliği” manşeti atmıştı Star, Balbay’ların gözaltına alındığı günün ertesinde. “Darbe kendi evlatlarını yiyor” du; birinci sayfalarından mutluluk akıyordu!
Dün kalkmış “Tahliye, 2010 referandumunun meyvesi” diye bir de üste çıkmaya, kendine pay çıkarmaya çalışıyordu.
Günü saati geldiğinde herkes payına düşeni yaşayacak elbette...  Ama kimin payına huzur kiminkine azap düşecek; orasını tarih gösterecek!
 
Tahliye görünümlü pranga
Sevinmez mi hiç insan olan;
5 yıl sonra oğlu Deniz’e saat sınırlaması olmadan sarılışını, kızı Yağmur’un yağmura dönmekle dönmemek arasında bulutlanıp duran gözlerini, 5 yıl sonra yeniden dostlarla gardiyan nezareti olmadan kucaklaşmasını, Silivri’de insanlığa hizmetinden çalınan bir bilim adamı, Prof. Dr. Mehmet Haberal’la kol kola “özgürlüğe” yürürkenki fotoğrafını görüp de sevinilmez mi...
Zülfü Livaneli’yi sevin sevmeyin; Sincan Cezaevi’nin önünde bangır bangır  “Ey Özgürlük / Tarlalara ve ufka / Kuşların kanadına / Gölgede değirmene yazarım adını / Uyanmış patikaya / Serilip giden yola / Hınca hınç meydanlara adını”  çaldığını duyup da, Balbay’ın Silivrili çiftçilerin tarlalarını görmeye çalıştığı kafesli camcıkları hatırlayıp ürperilmez mi?
 

***
 

Mutlu olmaz mı hiç vicdanın kırıntısına dahi sahip olan;
Gülşah Balbay’ın nasıl güzel baktığını, bir daha almasınlar, ayırmasınlar diye nasıl sımsıkı sarıldığını görüp de titremez mi yürek  dediğin...
 

***
 

Kuş gibi kıpır kıpır olmaz mı kendisini gazeteciden sayanın içi;
Yaptığı haber, attığı manşet, tuttuğu notlar yüzünden hayatının neredeyse beş yılını  “Zulümhane” de geçiren ve biz dışarıdayken bile zaman zaman  “lanet olsun” derken, süngümüz olan kalemlerimizi dik tutmakta zorlanırken, bir gün olsun kalemini düşürmeyen kitaplar, anılar, oyunlar, mektuplar, makaleler yazan bir gazetecinin uğradığı haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin müebbede dönmediğini görmek  “diğerleri” için hop oturup hop kaldırmaz mı insanı, umutlandırmaz mı meslektaşlarını...
Önce, elbette, tartışmasız, mutlaka;
Hoş geldin Mustafa Balbay!
Ve fakat...
Yine aynı derecede insansak, vicdan namına birkaç kırıntının da olsa muhafazasını başardıysak ve gazeteciden sayıyorsak kendimizi, görmemiz ve göstermemiz gereken bir gerçek daha var bugün:
Mustafa Balbay, Türkiye nihayet yeniden “hukuk devleti” düzenine dönme eğiliminde olduğu için tahliye edilmiş değil.
Bu -göreceli- bir  “zafer” ise bile, az buçuk hepimiz idrak edebiliyoruz ki “hukuk mücadelesi”nin sonucunda elde edilmedi.  
CHP’nin cezaevinde bulunan ikinci ve son milletvekili de dün TBMM’de yemin edebildiyse bu -diyetini büyük ihtimalle hep birlikte ödeyeceğimiz- bir siyasi mücadelenin (ve hatta, bu mutlu, umutlu güne gölge düşürsün istemem ama muhtemeldir ki, “pazarlığın”) eseri.
Dünden sonra artık Balbay’ın  “kendimi içeride kalanların üzerine kapatmış gibi hissediyorum”  dediği “kapının” tez vakitte aralanması an meselesi...
Konjonktür karar verecek;
Önce cezaevi önlerinde ellerinde Atatürk posterleri ve Türk bayraklarıyla davullar çaldırıp, halay çekenlerin gazetecileri, yazarları, aydınları, hukukçuları, komutanları, kahramanları mı salıverilecek,
Yoksa,
Ellerinde Öcalan posterleri,  “Kürdistan” paçavraları, “bilinmeyen bir dilde(!)” zılgıtlar eşliğinde halaya duranların mı!
 

***
 

Dilerim Balbay kararı, yüzlerce milliyetperver-vatansever-demokrat insanın PKK’lılarla birlikte  “affedilmiş teröristler”, “affedilmiş darbeciler” olarak boyunlarındaki yaftalarla yaşamaya mahkum edilecekleri bir sürecin miladı olmaz...
Dilerim bugün  “tahliye” diye sevindiğimiz yarın kilidi dipsiz kuyuya atılmış bir prangaya dönüşüp elimizi kolumuzu bağlamaz...