Türkiye'de Tanzimat döneminde başlayan ilk demokratikleşme hareketlerinden itibaren, cephenin zorlamasıyla erken modernleşen askerlerle, oturduğu yerde muhafazakâr kaygılar taşıyan dindar siviller arasında derin çatışmalar yaşanmıştır.
     Ancak son on üç yıldır AKP çatısı altında yürütülen "yeni bir Türkiye" kurma sürecinde yaşananlar, bu geleneksel çatışmanın bir hayli ötesindedir.
     Yeni yargı, yeni basın, yeni ordu, yeni dış politika, yeni MİT ve nihayet yeni bir anayasayla yeni bir devlet kurma çabasının dünya literatüründeki karşılığı "ihtilal"dir.
     Bunu halka haber vererek, onun bilinçli desteğiyle yaparsanız adına "devrim" sinsice, sessiz sessiz, doldur boşalt yöntemiyle yaparsanız adına "sivil darbe" denir.
     Dünyada yaşanan bütün devrimlerin ortak özelliği, devrimcilerin "dış desteksiz yapamadığı" gerçeğidir.
     Devlet imkânlarını elinde bulunduranlara karşı mücadele eden devrimciler veya darbeciler, başka bir devletin imkânlarından yararlanmaya muhtaçtırlar. Dış yardım alarak rejimlerini değiştirmeye çalışanlar, başarırlarsa kahraman, kaybederlerse hain olurlar.
     Soğuk Savaş sonrasında Liberal Kapitalizm bayrağını dünyanın her yerine dikmeyi amaçlayan kadife devrimlerin Türkiye ayağı olan AKP hareketinin temsilcileri bugün işte böyle bir yol ayırımındadır.
      Bugünkü kadife devrimcilerin bir numaralı dış destekçisi, tabii ki Amerika Birleşik Devletleri'dir.
     Yayınlanan Wikileaks belgelerindeki şu sözler, Amerikan Büyükelçisi Robert Pearson'a ait:
     "İrtibatta olduğumuz kişiler, Türk Devlet sistemi üzerindeki mevcut askerî hâkimiyette köklü değişiklikler olması kadar, ABD-Türk ilişkisinin yeniden dinamizm kazanmasının da, hem (Genelkurmay'daki) katı muhafazakârların istifasını hem de özellikle modern, ileri görüşlü yeni bir subay kadrosunun yetişmesini gerektireceğini tahmin ediyorlar."
     AKP Hükümetleri, özellikle 2008'den itibaren Pearson'ın dilek ve temennilerini oldukça başarılı bir şekilde yerine getirdiler. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Askerin sivil otoritenin emrine girmesinden sonra, milli istihbarat teşkilatı da Kadife devrimin sembol ismi Erdoğan'ın emri altına alındı. Bu çerçevede istihbarat tek elde, Erdoğan'ın "sır kâtibim" dediği şaibeli bir müsteşarın yönetimi altında toplanmasıyla "Yeni Türkiye"nin alt yapısı tamamlanmış oldu. 
     MİT kriziyle birlikte, kurumsa soruşturma ve yargılama yetkisinin Başbakan'a tahsis edilmesi hasbelkader gelişmiş bir "MİT Tırları" olayıyla izah edilemez.
     O gün bugündür bütün MİT operasyonları, "Başbakan'ın politik ve sosyal tercihlerine uygun olmak" zorundadır. Yani mesela AKP'li bir vekilin kardeşi kaçakçılık yapıyorsa ve MİT bunun farkına vardıysa, bilgi Müsteşar'ın önüne geldiğinde Müsteşar şöyle düşünecektir: 
     "Bu konuyu  emniyete ve savcılığa aksettirirsem, Başbakan benimle ilgili yetkisini aleyhime kullanabilir; en iyisi bir arkadaşı gönderip ilgiliyi uyaralım ve bu konu kapansın."
     Yargıda ve Emniyette de durum bundan farklı değildir. Amerika'nın istediği devrim Türkiye'nin tarihten gelen özel şartlarında arabeskleşmiş ve dejenere olmuştur.
     Böyle olunca da beklenen "liberal demokrasi"nin yerini hızla bir "Ortadoğu diktatörlüğü" almaktadır.
     Bilindiği gibi müesses nizamda, sivil demokrasinin bütün kurumlarıyla canlı ve diri olduğu rejimlerde herkes için geçerli olan kuralları çiğneme mesela gümrüksüz mal geçirme yani "suç işleme" ayrıcalığı sadece istihbarat teşkilatlarına mahsustur.
     Suç işleme tekeli, son derecede önemli bir haktır. Ülkenin gerçek egemenini belirler.
     Bu tekel, millet adına kullanıldığında devletin temel felsefesi olan "Milli Egemenlik" ilkesine uygun hareket edilmiş olacağından bundan kimse bir rahatsızlık duymaz. Ancak MİT eğer millete değil de bir şahsa bağlı olarak çalışırsa bu rejimin fiili karşılığı "tekil egemenlik" yani monarşidir.
     İçinde soylu bir hanedan olan geleneksel monarşilere krallık, böyle sonradan olmalara ise diktatörlük denir. 
     Bu "Yeni Türkiye"de, devlet yine her zamanki gibi teröristlerle, kaçakçılarla, yabancı ajanlarla ilişkiler kurabilecek hatta daha acayip işler yapacak. Derin operasyonlara girecek, vuracak, vurulacak... Belki de devletin protokol birimi, istihbarat biriminin vurduğu gizli bir düşmanın arkasından taziye mesajı yayınlayacak…
     Ama artık her olayda başbakanın onayını alacak, onu her şeyden haberdar edecek… Türk demokrasisinin tarihi dinamiklerine ve kültürel ilişkilerine bağlı olarak da bir hafiye teşkilatı gibi çalışacak!..
     Özellikle yeni MİT yasasından beri bunun adı "parti devleti" ve "sivil diktatörlük"tür.
     Millete hesap verme kaygısı taşımayan diktatörler, iktidarları döneminde derin ve kirli ilişkiler kurarlar.
     O yüzden de sandık yoluyla iktidardan gitmeleri son derecede zordur. Bu yüzden de bugün herkes kendisine, "sandık yeterli olacak mı?" sorusunu sormalıdır.