Milliyetçilerin, Ülkücülerin, Filistin'e, Gazze sorununa yaklaşımı ne olmalıdır? İdeolojimiz ve siyasi teşkilatımız buna ve benzer Filistin sorunlarına duyarlı mıdır? 

     Bu duyarlılık, dış politik bir çizgide mi kalmalıdır yoksa iç siyasette iktidar partisinin estirdiği "Hamas kardeşliği" rüzgarından etkilenmeli midir? Bugün bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.

     Bugün, Recep Tayyip Erdoğan'ın uygun gördüğü her konuyu iç politik istismar  konusu  haline getirme alışkanlığının bir sonucu olarak Gazze faciası, sadece kitleleri heyecanlandıran bir "gürültücülük" atmosferinde İsrail'in ekmeğine yağ sürecek seviyede izlenmektedir.

      Türk Dışişleri, diplomasi ilminin, uzun askeri deneyimlerin ve konjonktürel analizlerin bir sonucu olan Türk-İsrail ikili ilişkilerini hızla yeniden tanzim etmelidir.

     Erdoğan öncesi Türk-İsrail İlişkilerinde soğuk savaş sonrası liberal ekonomi rüzgarının, 1988'de bağımsızlık ilan eden Filistin'le İsrail'in ilk kez yüz yüze geldiği, 1991 Madrid Konferansı'nın ve Musevilerin Türkiye'ye iltica etmesinin 500. yılına denk gelen 1992 yılı etkinliklerinin rolü olduğunu söyleyebiliriz.

     Yani iddia edildiği gibi Türk-İsrail ilişkileri, Askerler veya Çevik Bir öyle istedi diye geliştirilmemiştir. DYP-SHP Koalisyonuyla başlayan "ikili anlaşmalar" süreci, sonraki Çiller hükümetleri döneminde de devam etti ve 21 Ocak 1994'te İsrail'le Savunma İşbirliği Antlaşması imzalandı.

     Bu sırada tabii ki İsrail-Filistin ilişkileri, çoktan meşru zemine kaydırılmıştı. Sürgündeki Filistin Hükümeti'nin 15 Kasım 1988'de Cezayir'de Filistin'in bağımsızlığını ilan etmesinden ve pek çok ülke tarafından tanınmasından sonra Filistin Devleti yetkilileri, İsrail'le masaya oturmuş ve antlaşmalar imzalamışlardı.

     İki taraf arasında 13 Eylül 1993 tarihinde Gazze-Eriha Antlaşması olarak bilinen Oslo İlkeler Antlaşması imzalandı. 4 Mayıs 1994'te imzalanan Kahire anlaşması, 26 Eylül 1995'te imzalanan Taba Anlaşması ve tam bir yıl sonra imzalanan el-Halil anlaşması, Oslo İlkeleri'ne bağlı metinlerdi.

 

     Aynı Yıllardaki Milliyetçi Tutum… Başbuğ Konuşuyor:

 

     12 Mayıs 1994'te Bilkent Üniversitesindeki konferansında kendisine yöneltilen:

     "Milliyetçi Hareket Partisi'nin, Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişmesini destekler bir tavrı var. Bu durum, MHP'nin dış politika anlayışıyla çelişmiyor mu?" sorusu üzerine Merhum Alparslan Türkeş, uzun bir cevap vermiştir; özü şudur:

     "Hayır çelişmiyor... Bizim için Türkiye'nin menfaatleri önemlidir. Türk milletinin kalkınması, menfaatlerini korunması önemlidir. İsrail, Ortadoğu'da kurulmuş olan birçok devletten birisidir.

     Biz her zaman yakın tarihte yaşananlara rağmen kardeşlerimizin haklarını savunduk, savunmaya da devam ediyoruz. Ama kendileri İsrail'i tanıdılar, İsrail'le oturup anlaşma yaptılar, Barış Anlaşması İmzaladılar. Onlar İsrail'i tanıyıp, İsrail'le anlaşıp, masaya oturduktan sonra, bizden ne bekliyorlar? Yani akıllıca mı bu? İsrail'e sırtımızı mı döneceğiz? Niye dönelim, ne karimiz olacak?"


     Başbuğun, akılcı ve pragmatik devlet politikasını onayladığı bu yıllarda, ilişkiler daha da hızlandı: 

     Önce DYP-SHP Koalisyonu, sonra yine Tansu Çiller Hükümetleri, en sonunda da Refah-yol Hükümeti İsrail'le tam 8 antlaşma daha imzaladılar. Bugün İsrail'le ticaret hacmimizin 5 milyar dolara çıkması, bu antlaşmaların sonucudur. 

     Bugün Erdoğan hükümeti, "Van Minut"tan beri bu anlaşmalara rağmen Hamasçılık yapmanın çelişkisi içinde kıvranmaktadır.

     Türkiye'nin Filistin'de hakem, arabulucu, himayeci, çözümcü, olabilmesinin yolu Türkiye'nin 90'lı yıllarda kurduğu ikili ilişkilerin, milli bir kararlılıkla sürdürülmesinden geçmektedir. 

     Filistinlilerin son 97 yılda en rahat ettiği dönemin, Türkiye, Ürdün, Mısır gibi ülkelerin İsrail'le sağlıklı ilişkiler kurduğu 90'lı yıllar olduğunu göz ardı edemeyiz.

     "Hamas'ı FKÖ'yü bölmek için İsrail kurdu" efsanesini fazla da yabana atmadan, Ümmetin meselelerini, ümmi heyecanlarla değil, ilmi çabalarla çözme arayışlarına devam etmeliyiz.

     Türkiye, Ürdün, Mısır, Pakistan gibi devlet ciddiyeti kazanmış, yarın ne yapacağı kestirilebilen ve sözü güven veren güçleri muhatap alan, onlarla kurduğu ilişkilere değer veren bir İsrail'in, Gazze'de çocuk öldürerek Hamas füzelerini durdurmaya ihtiyacı kalmayacaktır.